19 Mayıs 2011 Perşembe

Konserve...





Fotoğrafların garip refleksleri vardır bazen. Sıradan olanı sıra dışı olana , rutin olanı rutin dışına iter. Alışılmış olanı rahatsız eden  hale dönüştürür. Bunu yaparken bazen muzip bazen de fırsatçıdır.  İnsanların hayatlarından yaşanmışlıklarından fırlayan anlar oldukları için izlenirken bu hissi verirler. Eline fotoğraf makinesini alan kişi bu dönüşümü bilerek ve ya bilmeyerek doğrultur kurbanına . Böylece fotoğraflar yok olan anlar karşısında “yok oluşa dair en somut belge” olarak dönüştürdüğü şeyin bizatihi kendisi olur. Yer değiştirirken ne anlamları örter nede nesneleri yutarak var eder. Bu dönüşüm işleminde hiç bir şey ziyan olmaz ve dönüşen her şey adeta fotoğrafın içinde yaşamaya devam eder. Her ne kadar tüm görünenler bazen yok oluşu ve tehlikeleri işaret etse bile aslolan yaşanan olduğu için tüm “hayat” bu iki boyutlu araçta saklanır. Sonuçta an ve algı konserveleri halinde biriken yığınlarla zamana olan korkumuzu yatıştırırız…

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Neden mi bir sabah treni?




boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
gece trenlerine binme
kaybolursun

sokaklarda mızıka çalma çocuk
vurulursun

A.İlhan

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Maske




Maske takmak ve maskelemek hep gizli kapaklı bir işin, gerçekliği “saklamanın” “değiştirmenin” “manipüle” etmenin aracı olarak kullanılmış. Bağlı bulundukları gerçeklikten başka konuma kaydırma aracı olmuştur. Japonların No maskeleri, Hintlilerin katha-tali pirinç makyajları, pantomim sanatçılarının beyaz yüzü, kül kedisinin kostümü, batmanin maskesi, süpermanin pelerini gibi uzun uzadıya giden bir dönüştürme masalı.
Arsen Lüpen örneğini göz önüne aldığımızda bir kişide çok maske (anlam) olmasının yanı sıra bir maskenin (anlamın) çok kişide olması da mümkün. V for Vendetta filmini hatırlayalım. V tüm herkese maskeyi dağıtır. Sokakta o maskeyle oynayan bir kız çocuğu vurulur. Sonra yüzbinler o maskeyle sokağa dökülür. O maskenin arkasında ne olduğu önemsizdir maskenin kendi gerçeği vardır çünkü. Şimdi fotoğrafa dönelim.
Maskeler oyunsu tiyatral bir aura taşırlar. Bu yüzden Barthes fotoğrafı resme değil tiyatroya daha yakın bulur.  Daguerre’nin bir diorama sahnesi yönetmesini bunun için camera obscura kullanılmasını bunu da tiyatronunda tekil konusu olan ölümle diyalektiğini vurgular.
Tüm fotoğraflar ölümü anlatırken bunun tiyatral yanını oyuncu izleyiciye masklar        (makyajlar vb.) ile verir. Şimdi baktığımızda tragedyalarda maske anlam demektir fotoğrafta ise anlam kompoziyonun en zor yanıdır. İzleyici fotoğrafta anlamı politik değil estetik olarak tüketir. Bu yüzden maskeye yakındır. Tek düzlemliymiş gibi görünen fotoğraf boyut etkisi vererek ve vurgulayarak bize görsel ve imgesel bileşenler sunar masklar gibi.
Diğer taraftan fotoğraf maske gibi gizemi de barındırır.  Aynı maskeler gibi doğuştan gerçek üstüdür. Her fotoğraf gerçekliğin küçük bir kısmını barındırır. Çevresinde kalan her şeyi gizler ve ima eder. Maskeyi takanı gizlemesi gibi.  Delinmez ve aşılmaz bir aura duvarı. Zaten kimse bakışlarıyla maskeleri delemediği gibi fotoğrafada bu şekilde yalın olarak nüfuz edilemez.
Fotoğraf ve maske fenomeni en basit anlamıyla bir karşıtlıktan doğar madde ve anti-madde gibi. Maskeler gerçeği gizlemek için kullanılan araçlardır. Bu ihtiyaç onları var eder. Gizemlilik ve sırlar aurasını oluşturur. Bu yalanda olsa yanılsamada olsa istenir. Yalanı nasıl gerçekler var ederse, fotoğrafıda ışık var eder. O yüzden maske ve fotoğraf bu gizemli mistik dehlizde buluşur.

30 Nisan 2011 Cumartesi

Balık olsam ya da...



Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musikî ruhun gıdasıdır
Musikîye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikîler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam

Orhan Veli...

1 Nisan 2011 Cuma

Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür.

Zaman unuttursa da pek çok şeyi, görseller imgeye, imgeler ikonlara ikonlar belleğe dönüşür.

Her ne değişirse değişsin nedenler ve sonuçlar hep baki kalır...




 

24 Ocak 2011 Pazartesi

Epilog







Tdk güncel sözlük:

epilog -ğu
isim, edebiyat (l ince okunur) Fransızca épilogue
    Son söz.



Teşekkürler...

18 Ocak 2011 Salı

Chaostica



 ...
Büyük kozmik söylem: "Ben vahşetim, ben kurnazlığım", vs., vs. Bir hatanın ve tüm acının sorumluluğunu üstlenme korkusuyla alay etmek (yaratıcının alayı). -Hiçbir zaman olunmadığı kadar acımasız olmak, vs. -kendi yapıtından tatmin olmanın en üst biçimi; bu biçimi, bıkmadan usanmadan yeniden inşa etmek için parçalar. Ölüm, acı ve yok olma üzerinde yeni bir zafer. 
 ...

Friedrich Wilhelm Nietzsche 
Nietzsche

13 Ocak 2011 Perşembe

Fantasmagorie






Umut en son kötülüktür! Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı
zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı. Umut! O zamandan beri insanlar
yanlışlıkla kutuyu ve içindeki umudu iyi şans olarak yorumladı. Fakat Zeus'un arzusunun, insanların kendilerini
işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Umut kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır."

6 Ocak 2011 Perşembe

Yürümek






Zormuş yürümek. Geride kalmamaya çalışmak geride olmamak erkenden öne sıçramamak. Ama olmayınca da olmuyormuş bir defa da ritim bozulursa geri tutmuyormuş. Bu parkurda üç yanlışa gerek kalmadan tek yanlışla tüm doğrular siliniyormuş. Geri kalandan kulaktan kulağa fısıltı malzemesi oluyormuş. Ego denen illete melhem bulunmazken, bu  saçma  karanlıkta elinde mum olanlar tanrıyı oynuyormuş. Herşey bu kadar kötü bir hal aldığında kendi hatalarını anlayıp kendine kızdığında fark ediyormuşsun fısıltıların uzaklaştığını. Prometheus vari bir asillikle tek başına kartallara yem olurken "ciğerin" ciğeriniden her lokmayı alan kartalın en yakınından havalanan olduğunu görüyormuşsun. O zaman anlıyormuşsun acı bir şekilde Birlikte yürümenin sadece yan yana yürümek demek olmadığını, o gitmeye niyetlendiğin koca yolu tek başına yürümen gerektiğini anladığın gibi.

Dixitque Deus: “Fiat lux”. Et facta est lux.



4 Ocak 2011 Salı

Hani var ya gitmek...



Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl-ü behâdır
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır
 
Nedim

2 Ocak 2011 Pazar

İki yıl sonra "Derya" ya ağıt... 02.01.2009-02.01.2011







Önce Fotoğraf...

Sonra mektup...


Aslında yazmamaya çalışıyordum ya da düşünmemeye,hani olmayınca bir şey vazgeçmeye çalışır ya insan. Bunca şeye rağmen ne güzel şey hatırlamak seni, hala birkaç parça umudu bir soru işaretine siper etmek…
Bu aralar ya kulaklarım daha bir hassaslaştı yada onlar daha hırçın zira sık duyar oldum martıları. Ve her sabah balkona çıktığımda poyrazla karışık geliyor denizin kokusu hani şu ıslak ve tuzlu olanın, bilirsin çok severim onu… Fakat mevsimden midir yoksa mesafeden mi bilmiyorum bu aralar çok soğuk görünüyor. Yinede tüm bunlara rağmen ne güzel şey hatırlamak seni…

Sonuç:
Bir özne yoksa ya da olsa bile her fotoğrafta anakronik bir koku olmaz mı? Altına düşülen her not sadece "o vardı" yı anlatmaz mı? Bilemiyorum. Belki de sadece sanrılarım bunları tetikleyen.
Nusyanı barındıran sessiz bir bekleyişle egoist bir kotasyon... Ya da herkesin bildiği isimle fotoğraf... Işık yazısı yani. Aslında ışığın ketum kelimelerden örülü bir labirenti.. "tek bir düz çizgiden oluşmuş, bölünemez ve aralıksız bir labirent" sanırım camı kapatmam gerek bu vakitler gözümü kapatınca Arjantin rüzgarları sanrıları körüklüyor...

Sıcak su, kahve ve kuruntu aslında hepsi bu. Ya da benim beni kandırmam ne kadar üzücü değil mi ? Aslında söylemek istiyorum bu aralar kendimi normal insanlara yabancılaşmış hissediyorum. Objektif kapağı kapanıyor ve ben karanlık yerde kalıyorum. Ağlayarak itiraf ediyorum ki karanlıktan korkuyorum.